 
ŞAİRLERİN MİLLİ RUHA KATKILARI
Yer yüzünde insan topluluklarının millet halinde ,
yaşamalarını sürdürmekte olduğu tarihi bir gerçektir.
Her insan kendi varlığını sürdürmek için devamlı çalışmak,üretmek,insanlarını mutlu kılmak için yaşar.bu çalışma azmi eğer kutlu bir kaynaktan beslen messe,o
milletin insanlarında daha sonra yılgınlık belirir.bu yılgınlıkta geri kalmayı,kendi kendine yeterli olmamayı beraberinde getirir.Dahada kotüsü kendi milletini başkalarının kölesi durumuna sokar ki,bu insanlık için utanç verici bir hadisedir.
Bizde,insanlık tarihine ve şanlı türk tarihine bakarak yüce milletimizin her alanda daha ileriye götürülmesini sağlayacak yetişmiş insan kadrosunu oluşturmak durumundayız.yetİştirilen kalifiye insan kadrosunun yanında,milli ruhu,milli kaynaklardan besleyecek kültür-sanat adamlarınada ihtiyaç vardır.
Milletler kendi aydınlarını yetiştirir,milli iradeyle beslenmelerini sağlarsa,o millet başkalarının kölesi olmaktan kurtulur.kendi iradeleri döğrultusunda hayatını idame ettirir.
Bizde Türk mileti olarak emperyaliz,m,den kendimizi korumak için önce kendi milli değerlerimize,ahlak nizamımıza sahip cıkarak,milletimizi yabancı kültür saldırılarından korumak zorundayız..Bunun içinde kendi milli kültür kaynaklariyla beslenen,kültür-sanat kadromuza,da sahip çıkmalıyız.
Medeniyet ve kahramanlık ruhunun temsilcileri olan Türk gençliği her alanda yüce milletimizin yükselişinde fatihler, mete hanlar,Bilge kağanlar gibi çalışmak,azmini ruhlarda taşımak zorundayır
Gençliğimizin şunu iyi bilmelidir,ki,düşünmeyen,üretmeyen medeniyetler gerilemeye,yıkılmaya mahkümdur.tarih bunların enkazlarıyla doludur.
Milli ruhu besleyen bir önemli kaynakta,şairlerin şiirleridir.Tarihte milletimize kahramanlık şiirleri söyleyerek savaş meydanlarında milli hislerin tazelenmesini sağlayan ozan şairlerle doludur.
Günümüzde şiir yazan az,okuyan az olduğundan şair az yetişiyor,yetişenede sahip çikılmiyor.bundan böyle eminimki,ana dolunun yaşattığı ,efendilik ve baş eğmezlik ruhuyla yoğrulan gençliğimiz şairlerimize sahip çıkacaktır ve onların yanındadırlar. 09052008.
UYANIK OLMAK LAZIM
Bilim ve teknikte baş döndürücü gelişmelere sahne alan çağımız,maddi hayatımızı düzenleyici ve kolaylaştırıcı imkanlar sunmasına karşılık,tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar insanlığı ruhi tatminsizlikler ve buhranlarla başbaşa bırakılmıştır.yuzyılımızın insanlarını çok acı tecrübelerle de olsa artık anlamıştır ki,dini ve ahlaki temellerden yoksun teknoloji, insanlığın hizmetine sunulup, ona yararlı olmak yerine,insanlığı sonu gelmez emeller zincirinde adete kendisine köle yapmakla ve hizmetine almaktadır.
Bu gerçek dünyamızı Doğu-Batı ayrımı olmaksızın kuşatmakla beraber tabi olarak gelişmiş ülkelerde daha keskin biçimde hissedilmiştir. Maddi ve manevi planda oluş çilesi çeken milletimizin bu girdabın hangi safhasında olduğu tartışıla bilir.Fakat tartışmadan uzak tutabileceğimiz bir gerçek vardır ki,o da,Milletimizin de bu buhran döneminden fazlasıyla etkilendiği ve her yönüyle bir fetret döneminin içine girmiş olduğudur.
Tarihin benzer dönemlerinde olduğu gibi milletimizi ve insanlığı,ruhi dirilişe hazırlayacak ve içinde bulunduğu bunalımdan kurtaracak olan yol gönül sultanlarının yolu olacaktır. Bu gönül sultanları kızıl elma ülküsüne ilahi bir misyon yüklüyerek,şanlı milletimizin bitmez-tükenmez enerjisini islam,la meczedip,kızıl Elma,ya gerçek anlamını kazandırmıştır.Bu ruh milletimizin fert ve cemiyet planında kemala ermesine vesile olmuştur.
Millet olarak kaybettiğimiz mükaddes emeneti ve misyonu ancak gönül sultanlarının ruh pınarında ve anlayışında yakalayabiliriz..
Bu sebeple,Hoca ahmet yesevi,yi Mevlana,yı Yunus Emre,yi ve Haci bektaş veli,yi geçmişteki tazeliğiyle yaşatmak ve yeni bir diriliş hamlesinin çilesine talip olmakla mükellefiz.
Yeni oğuz Nesli-nin Türk milli şuurundan,İslam Ahlak ve faziletinden zerre taviz vermeden,Bu diriliş hamlesini,yeniden başlatılması temennisiyle`, ALLAHA, Emanet Olun. Zikrettin karaca 07.06.2008GÜZEL SÖZLER
İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür. (Ebu Bekir Ferra)
Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi. (İmam-ı Azam)
İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur. (İbni Haldun)
Herkes herkese bir lokma şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah’ın işidir. (Mevlana)
Güzel söz söyleyen, kimseden kötü söz işitmez. (Firdevsi)
Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir. (Mevlana)
Avcı nice al (tuzak, hile) bilirse, ayı da onca yol bilir. (Kaşgarlı Mahmud)
Haksızlık karşısında eğilmeyiniz; çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. (Hz. Ali (r.a))
Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir. (Hz. Ebubekir)
Özü doğru olanın, sözü de doğru olur. (Hz. Ali (r.a))
Birliğin kederi, ayrılığın safasından daha hayırlıdır. (Yahya bin Muaz)
Her gecenin bir gündüzü vardır. (Hz. Ali (r.a))
Sakladığın sır senin esirindir. Açığa vurursan sen onun esiri olursun. (Hz. Ali (r.a))
Bütün kötülüklerin anahtarı, hiddettir. (Cafer bin Muhammed)
Kesilmiş koyuna derisinin yüzülmesi elem vermez. (Hz. Esma)
Güzel ahlak; bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür. (Hasan-ı Basri)
En iyi nasihat; iyi örnek olmaktır. (Malcolm X)
Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar. (Mevlana)
Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer. (İbni Haldun)
İnce sözler keskin kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur. (Mevlana)
Gerçek zengin, bilgisi çok olan insandır. (Hz. Ali (r.a))
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol. (Mevlana)
Cevizi kırıp özüne inemeyen, hepsini kabuk zanneder. (İmam Gazali)
Hayat, iman ve cihaddır. (Hz. Hüseyin (r.a))
Haksızlığa baş kaldırmayanlar, onlardan gelecek her kötülüğe katlanmalıdırlar. (Hz. Ali (r.a))
Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz. (Şeyh Sadi)
Hiç kimse, diğer bir kimsenin kulu değildir. (Hz. Ali (r.a))
Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür. (İmam Gazali)
Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor. (Abdulhamid Han)
En büyük felaketler içinde bile ümidini kaybetme, unutma ki ilik, sert kemiğin içinden çıkar. (Hafız Şirazi)
Cahillerin kalbi dudaklarında, alimlerin dudakları kalplerindedir. (Hz. Ali (r.a))
Her kalbin çarpıntısı kendi ecelinin ayak sesleridir. (Beyazidi Bestami)
Mal cimrilerde, silah korkaklarda, karar da zayıflarda olursa işler bozulur. (Hz. Ebubekir (r.a))
Gecenin ne kadar uzun olduğunu ancak hastalar bilir. (Sadi)
Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur. (Hacı Bayram-ı Veli)
Zalimler için yaşasın cehennem. (Bediüzzaman Said Nursi)
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır. (Bediüzzaman Said Nursi)
Tatlı suyun başı, kalabalık olur. (Mevlana)
Kurdun elinden çobanlık gelmez. (Sadi)
Eğri ok, doğru yol almaz. (Hz. Ali (r.a))
Hiçbir acı, cehaletten daha fazla zahmet verici değildir. (Hz. Ali (r.a))
İnsanı maskara eden, dilidir. (Sadi)
Ham düşünceleri, ancak akıl pişirir. (Firdevsi)
Fırsatlar da bulutlar gibi çabucak geçer gider. (Hz. Ebubekir (r.a))
Hasedciye rahat, kötü huyluyu da şeref yoktur. (Ahnef bin Kays)
Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyiniz ki, ileride kuzu gibi güdülmesinler. (Şeyh Sadi Sirazi)
Hükümetlerin en kötüsü, suçsuzu korkutandır. (Beydeba)
Hükümdar köylünün yumurtasını alırsa, adamları bütün tavukları alır. (Sadi)
Bin zulme uğrasan da, bir zulüm yapma. (Hz. Ali (r.a))
Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez. (Mevlana)
Sevgi muhabbet selam ve dua ile.....
Derleyen.fatima hümeyra kavak.
DUA
Zikrettin karaca tarih 14.07.2008, 09:19:13 Uhr
|
|
Allah,ım kuvven zaafa uğradığını,
Çaresiz kaldığımı,halk nazarında hor görüldüğümü.Ancak sana arz eder,Sana şikayet ederim.
Ey merhametlilerin en hayırlısı
Çaresizlerin rabbi sensin,Allahım,huysuz,yüzsüz bir düşman eline
Beni düşürmeyecek,hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar bana merhametlisin.
Allahım, eğer bana karşı kırgın değilsen,
Çektiğim minnetlere,belelara hiç aldırmam.
Fakat,senin esirgeyiciliğinbunları göstermeyecek kadar geniştir.
Sana sığınırım.Senin cemalin nuruna sığınırım.
Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerinin ıslahının yanlız ona bağlı bulunduğu Nuruna SIĞINIRIM.
Allah,ım Sen razi oluncaya kadar senin affını diliyorum.
Bütün kuvvet,her kudret ancak sendedir.AMİN |
|
HAFTANIN ŞAİRİ OLMAMDAN DOLAYI////
---
Gül Deste Şiir Gurubu Kurucusu sn. Cennet yeli*Fatimâ Hümeyrâ Kavak hanım efendi Başta olmak üzere onun yönetim kuruluna ve büyük bir camia olan bende içerisinde bulunduğum gurubumuzun tüm üyelerine.bizleri bu onurlu davada yanlız bırakmadıklarından dolayı ve bu kutlu yolda bizleri haftanın şairi yapıp onurlandırdıklarından, dolayı tüm cami'aya gönülden teşekkür eder bu mübarek gece ve gündüz lerin yüzü süyü hürmetine Başta ülkemize daha sonrada tüm islam alemine ve Önemli bir kuruluş olan tüm antoloji sakinlerine hayırlar getirmesi dileğiyle selam sevgi ve muhabbetlerimi sunarım. Allaha Emanet Olunuz........Zikrettin KARACA
Güldeste Şiir grubu kurucusu
Fatımâ Hümeyrâ Kavak
Seçici KURUL
İrfan YILMAZ
Seyit KILIÇ
Melih BAKi
İbrahim YILMAZ
Hamit KÖRKEN
Deryâ DENiZ
Necdet EREM
Recep AKIL
Mehmet NALBANT
Salih KOZAN
Alaaddin UYGUN
Fethullah GÜMÜŞ
Mübeccel Zeynep ÜNALAN
Mücella PAKDEMiR
Saniye UZUN
Melahat TEMUR
Fatma NAZ
Dilek ŞILAK
Emine Yılmaz Dereci
Fatimâ Hümeyrâ KAVAK
.........................................................................
ŞİİR
...Emir Sultan Dergahında
Dün gece bir rüya gördüm,
Emir sultan dergahında,
Eğildim Yüzümü sürdüm,
Emir sultan degahında.
Tüm erenler dizi,dizi,
Mevlam mahçup etme bizi,
Kul kabul et cümlemizi,
Emir sultan dergahında.
Ulu cami yeşil kubbe,
Beyaz sarık yeşil cübbe,
Benim canım sana hibe,
Emir sultan dergahında.
Evliyalar kol,kol gezer,
İlahiler bağrım ezer,
Hepsi şiirin hepsi güzel,
Emir sultan dergahında.
Top hanede erenler var,
O yatırı görenler var,
Haber alıp soranlar var,
Emir sultan dergahında.
Somuncudur hak libası,
Geyikçibabadır hası,
Osman gazinin mahlası,
Emir sultan dergahında.
Garani veysel adıdır,
Bursamızın tek tadıdır,
Beyazıtin damadıdır,
Emir sultan dergahında. |
|
Zikrettin Karaca
|
TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENENLER
insanlari yücelten iki büyük meziyet vardır:
- erkeğin cesur
- kadının namuslu olması
Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. icabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak.
işte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. bundan dolayıdır ki, Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler'
Napoleon Bonaparte -Fransız İmparatoru
Yabancı aydın, devlet adamları ve sanatçılar gözünden Türkler (Biz kendimizi biliyoruz ama objektif gözlerden nasıl göründüğümüzde çok önemli bence, AB Birliği bize sahip olduğumuz yüce değerlerden vazgeçmemizi ancak böyle Avrupalı olacağımızı söylerken Onların Büyük devlet adamları ve sanatçıları Türkleri nasıl tarif ediyor)
.
'Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız
bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür.
Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü çoşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir
gaflet olur.' Tasso - İtalyan Şair
.
'Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir.
Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; hakiki misafirperverliğin ne demek
olduğunu orada görüp öğrenirsiniz.' William Martin
.
'Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş imparatorluklar içinde yaşayan kavimlerin en asili ve başta
gelenedir. Dini, sosyal ve örfi faziletleri, tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık kaynağıdır.'
Lamartine-Fransız Yazar,şair ve Devlet adamı.
'Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin
esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok,
zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asalatin, nezaketin esiriyim.
Türkler beni işte bu elmas bağa sarılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin
arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı.'
Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır)
.
'Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek
kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün.
Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var:
Türklerin yaşayan hatıraları! Üç - dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de
silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare
etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve
nesillere nakşedebiliyorlar.' M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)
.
'Türkleri seviyorum... Onlar Cennet'ten bir köşe olan eşsiz memlekete yaraşan eşsiz insanlardır.
Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz.
Fakat Türkler de aziz, çok aziz.'
Conte De Bonnoval -Fransız Generali
.
'Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan
dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır.' İbn-i Hassul
Ve işte en Önemlisi Avrupa Birliği denen sürünün suratına tokat gibi ineni, bu sözleri Ünlü bir İtalyan Ütopya kuramcısı ve Filozofu 17. Yüzyılda söylüyor
.
'Yeryüzünde bir 'Güneş Ülke' bulmak mümkün mü? Fikir hürriyetine, dil hürriyetine, din ve vicdan
hürriyetine ilişmeyen Türklerin varlığı hiç olmazsa yarın böyle bir ülkenin var olacağını bana inandırıyor.
Madem ki düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil
Türkler var; üzerinde yalnız hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir 'Güneş Ülke' yarın neden
vücud bulmasın? '
Campanella-İtalyan düşünür.(Güneş Ülkesi Ütopyası'nın sahibidir.)
.
Türkler canlı ve yaşamaya kabiliyetli olduklarını her fırsatta ve hayrete değer bir kahramanlıkla ispat etmekten geri kalmıyorlar.
lord beaconsfield
.
Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. pierre loti
.
Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. işte Türk bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. zaten avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı. çarnayev(rus komutan)
.
silahlı milletin en canlı misali Türklerdir. bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür. moltke
.
Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. lamartine
.
savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır. tawsend (ingiliz komutan)
.
doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. bu asil hareket ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor. auguste comte
.
Türk kadınlarının en büyük süsü türk oluşlarıdır. onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
lady mary wortley montagu
.
Türklerin yaradılışlarında semavi bir azamet, gönül alışlarında meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. vatan aziz ve pek aziz. lakin Türk de aziz ve çok aziz!
conte de bonneval (humbaracıbaşı ahmet paşa)
.
Türkün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. fakat pek güç olan, Türkün özünü göstermektir. bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez. decamps (fransız ressam)
.
.
kim ki en halis Türktür, kim ki eşyaları ve insanları layık olduğu mevkide görür, kim ki paraya değer vermez, kim ki iç duyguları dış durumlara bağlı değildir, o muhakkak ki kendisini bu özelliklere sahip olmayan birçok millete üstün sayacaktır.
kayzerling (alman filozof)
.
Türkler merhametli ve hoşgörülüdürler. inanmadıkları gerçeklerin yanıbaşlarında yaşamasına göz yumarlar. bu, kendi güçlerine gururlu bir şekilde güvenmekten ileri gelse bile pey asilanedir. chateu briand
.
çanakkale'de başarılı olamadık. nasıl başarılı olurduk ki? zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. böyle bir millet görmedim.
sir julien corbet
.
Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz.
max muller
.
Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
mulman
.
toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir.
monradgea d'ohsson
.
kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. bu noktada müslümanla müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler.
monradgea d'ohsson
.
Türkü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türkün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
pierre loti
.
her Türk kendini aslan, düşmanını av, atını ceylan bilir.
semame ibni eşreş
.
eğer bir Türk devleti olmasaydı yaratmak gerekirdi.
thiers
.
Türkün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur.
thomas thorsten
.
TÜRKLER SİZE DOKUNMADIKÇA SİZ DE ONLARA SAKIN DOKUNMAYIN
Hz. Muhammed(S.A.V)
.
Son olarak Tüm Kalbimle inandığım bir söz:
'Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski
ışığını bulacaktır.' Feldmareşal von Moltke -Alman Genelkurmay başkanı
ŞEMS'İN 40 KURALI
1- Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
2- Hak Yolu’ nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!
3- Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki Batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
4- Kainattaki her zerrede Allah’ ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’ nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
5- Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: “Bırak kendini, ko gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
6- Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.
7- Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’ i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
8- Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
9- Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
10- Ne yöne gidersen git, Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney, çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
11- Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
12- Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
13- Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit, seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.
14- Hakk’ ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?
15- Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
16- Kusursuzdur ya Allah, O’ nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.
17- Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
18- Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendinle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan’ ı alır.
19- Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
20- Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
21- Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayamaya kalkmak, Hakk’ ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
22- Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir fark yaratan, suret ile yaftalar değil.
23- Yaşadığımız hayat elimize tutturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…
24- Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
25- Cenneti ve Cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkrsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşeriz.
26- Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
27- Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.
28- Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sisi bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.
29- Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
30- Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez, kusur örter.
31- Hakk’ a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
32- Aramızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
33- Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
34- Hakk’ a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.
35- Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
36- Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
37- Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
38- Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
39- Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.
40- Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.
SUFİ MEŞREPLİLERİN KIRK KURALI
Birinci Kural : Yaradanı hangi kelimerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Allah dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer, Allah dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
İkinci Kural : Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!
Üçüncü Kural : Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
Dördüncü Kural : Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.
Beşinci Kural : Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği : “Bırak kendini, ko gitsin!” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
Altıncı Kural : Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.
Yedinci Kural : Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
Sekizinci Kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilir.
Dokuzuncu Kural: Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olark düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.
On İkinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
On Üçüncü Kural: Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.
On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
On Beşinci Kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek herbirimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir
şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.
On Yedinci Kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.
On Sekizinci Kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla
değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.
On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
Yirmi İkinci Kural: Hakiki Allah Aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaprsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte.Sufi daima orta yerde...
Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan eşrefi-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.
Yirmi Altıncı Kural: Kainat yekvücut, tek varlıktır. Herkes ve herşey görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.
Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.
Yirmi Sekizinci Kural: Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Geleck ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.
Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki, başkaları
tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez. Kusur örter.
Otuz Birinci Kural: Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
Otuz İkinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Allah'a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama
kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!
Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
Otuz Dördüncü Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.
Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah'a inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
Otuz Altıncı Kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!
Otuz Yedinci Kural: Allah kılı kırk yararak
titizlikle çalışan bir saat ustası gibidir. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.
Otuz Sekizinci Kural: “Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?” diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde... Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.
Kırkıncı Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. AŞK’ın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.
HECE DERSLERİ 1
|
Değerli Dostlar şiir konusunda hiçbir zaman kendimi yeterli görmedim,Salih Kozan kardeşimize verilmiş bir sözümüz oldu.Değerli Üstadların affına sığınarak Osman Öcal Hocamla dilimiz döndüğünce sizleri bilgilendirme,bildiklerimizi paylaşma adına bir çalışma başlatmış bulunuyoruz,İhvani Grubumuzda ve dileyen diğer gruplardaki dostlar bu paylaşıma ortak olabilirler….
Değerli dostlar derslerimiz teorik bilgiler yanında pratik uygulamalar yaparak gerçekleştirmek istiyoruz.bu dersleri takip etmek ve derslerle ilgili anlaşılmayan veya bizim anlatamadığımız konularda sorularınızı grup üzerinden yapmanızı rica ediyorum,çünkü grup üzerindeki paylaşım diğer dostların sorularıyla örtüşen olabilir,o yüzden ayrı ayrı cevap vermek zorunda kalmayalım
Değerli dostlar Bu günkü dersimiz HECE SAYISI…soruları olan dostların sorularını bekliyoruz…
Sevgi ve saygılarımla…
HECE SAYISI
1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.
2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu bakımdan hece ölçüsü Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.
3. Milli ölçümüzdür.
4. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir.
5. Hece ölçüsü, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslamiyetten sonra Divan edebiyatında aruz ölçüsü kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam etmiştir..
6. Hece ölçüsünün “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özelliği vardır.
a. Hece Sayısı
Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir.
Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da
Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır
Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da
Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir
Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılmıştır.
Bu da ğı a şam de dim
A şam do la şam de dim
Bir ha yır sız yâr i çin
Her ke se pa şam de dim
Bu dörtlük 7’li hece kalıbıyla yazılmıştır.
Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken
Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu’muz
Bu şiir Hece Ölçüsünün 14’lü kalıbıyla yazılmıştır.
b. Durak
Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir.
1. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir.
2. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır.
3. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir.
Not: Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir.
4. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır.
Kalıplar:
1. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır.
2. Hece ölçüsünde “ikili” den “yirmili” ye kadar kalıp vardır.
3. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır.
Yedili kalıp:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7’li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya
Sekizli kalıp:
Gel dilberim-/kan eyleme 4+4=8’li hece ölçüsü
Seni kandan-/ sakınırım
Doğan aydan / esen yelden
Seni gülden / sakınırım (Âşık Ömer)
Hece ölçüsünün on birli kalıbı:
İptida Bağdad’a / sefer olanda 6+5=11’li hece ölçüsü
Atladı hendeği / geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar / kaptı sancağı
İletti, bedene / dikti Genç Osman (Kayıkçı Kul Mustafa)
Hece ölçüsünün on dörtlü kalıbı:
Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken 7+7=14’lü hece ölçüsü.
Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Duraksız şiir: (Hece ölçüsünün on birli kalıbı) :
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11 (Cahit Sıtkı Tarancı)
Yukarıdaki dörtlüğü oluşturan bütün dizelerdeki hece sayısı 11’dir. Fakat bütün dizelerde duraklar aynı yerde değildir. Kelimeler ortadan bölünemeyeceğine göre bu dörtlüğü duraksız kâbul etmek zorundayız. Bu durumda yukarıdaki şiir hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla ve duraksız olarak yazılmıştır diyebiliriz. |
kozanoglumylife@hotmail.com
GERÇEK DOSTLUK BÖYLE OLUR
Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok
beğendiğini ve kendisine vermesini ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.
Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadaşına kızamaz. Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.
Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi olmadığını
öğrendiği kadına; Kendisinin de yanlız olduğunu söyler ve bu evde birlikte
yaşıyalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der, yaşlı kadın hiç
düşünmeden kabul eder. Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine
uygun bir kız bulup evlenmesini söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl
bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler.Yaşlı kadın ona uygun bir
kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler
sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi
kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da
geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir .
Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek
isteğiyle mikrafonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya; Eskiden çok
sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. işlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi. çok üzüldüm, ama yinede arkadaşıma kızmıyorum .çünkü biz gerçek dosttuk. Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha
fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;
Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı.
İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi.
Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını
istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı (Hayat kadınıydı)
Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu
şekilde kurtardım.İşleri bozulduğunda gelip benden iş
istedi, Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim.
Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek
üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi.Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz.
Dostlukla ve Sevgiyle kalın.
Anayurt gazetesi okurları, www.facebook.com’daki 5000 kişilik şair grubu ve www.antoloji.com Dünya Şairler Birliği grubunun 850 üyesi, haftanın şairini seçiyor. “Haftanın şairi” adayınızı bana bildirin. Haftanın şairi Zikrettin Karaca. http://www.zikrettinkaraca.tr.gg
Kara camışları, vurdum bayıra,
Ana ben ne dedim? yar küstü benden,
Salına, salına, indi çayıra,
Söyledim konuştum, dil küstü benden.
Karşıki dağlarda, nar başka olur,
Ana ben ne dedim? yar küstü benden,
Yiğidin sevdiği yar başka olur,
Söyledim konuştum, el küstü benden.
Gelin kızlar gelin, toya gidelim,
Ana ben ne dedim? yar küstü benden,
Tutalım el ele, köye gidelim,
Söyledim konuştum, gül küstü benden.
Geçti koca yıllar, aylar boşuna,
Ana ben ne dedim? yar küstü benden,
Gel benim sevdiğim, otur karşıma,
Söyledim konuştum, yol küstü benden.
Zikrettin Karaca – Erzurum
03.01.2010...ANAYURT GAZETESİ.HAFTANIN ŞAİRİ.Zikrettin KARACA
BU GİDİŞİN BAŞI VAR, BİR DE SONU
24.06.2010 18:58
Karakter boyutu:
-----
Bu gidişat çok önceden belirlenmişti! 100 yıl önce bugün hedeflenmişti!
Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson.. Türkiye’yi param parça eden ünlü Wilson ilkelerine adını veren kişi… Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen Amerikan başkanı.. Bakın ne diyor:
‘Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır…’
Geçenlerde Dışişleri Bakanı işte bu Wilson’ın adıyla anılan ödüle layık görüldü…
Wilson’ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak…
O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye’yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp bir daha gelmek üzere gittiler…
Türkler inaılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel buna ağızları köpürerek ‘Türk Mucizesi’ dediler..
Ardından yepyeni bir ülke kuruldu. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar, Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar…Tarıma yol verdiler, yurttaşlar yarattılar.
Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. … Kürt Sait isyanı Lozan’da Musul meselesi masadayken, Dersim İsyani, Hatay için direnilirken tezgahlandı.
BATIYA HAYRAN AYRAN BUDALALARI!
1930’lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş ‘uzmanlar’ genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı.. Her şey yeniden kurulurken maskeli sırtlanlar Ankara’da boygösterdi.. Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran ‘münevverler’, yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938’de milletin önderi öldü ve geride kalanlar hemen Batı’ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında, Gazi Paşa’nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi paşa’yı ‘anlamayıp sadece inananlar’ asıllarına rücu ettiler!
2. paylaşım Savaşına kadar ‘ecnebi uzmanlar’ yurdun tüm açık yaralarına dair raporlarını hazırladılar…
2. Dünya savaşı ile bir süre ara verdiler.. Yalta’da yeni bir düzen kuruldu artık Avrupa’nın mührünü Amerika alacaktı
Savaşın sonunda ‘yeni dünya’ sırtlanları İsmet İnönü’yü bir sömürge anlaşmasına daha razı ettiler. Marshall yardımı çerçevesinde imzalanan anlaşma, Kurtuluş’dan 24 yıl sonra Türkiye’yi esir etti.
Önce Dünya Bankası ve İMF denetimine girdik. Sonra NATO’ya alındık Bedelini Korede kanla ödeyecektik. Üstüne üstlük ‘Canım Amerika! ’ diye şarkılar söyledik!
Hollywood filmleri seyrettik, Dean Martin, Frank Sinatra dinledik..
1956’da küresel elitin önde gelen ismi, Rockefeller, ABD başkanı Eisenhower’a: ‘Türkler oltada balık! Yeme ihtiyaçları yok! ’ diyordu.. Sonra Ortadoğu’daki yüksek idealleri için, işlerine gelen hükümetleri iktidarda tutmak işlerine gelmeyenleri devirmek amacıyla yardım fonlarının kullanılacağı’ karara bağlanıyordu..
1966’da NATO haberalma tesislerine kapıyı açtık. Tüm istihbaratımızı ABD’ye devrettik.
1971’de ‘Büyük Türkiye’ hayallerimizin bedelini birbirimizi kırdırarak ödettiler Ardından bir darbeyle işi bitirdiler!
Uslanmayıp 1974’de Kıbrıs barış harekatını yapınca ASALA terörünü başımıza bela ettiler! Ama biz yılmadık, müttefikimize daha sıkı sarıldık..
1980’de Sovyetlerle sanayi işbirliği, hızlı sanayi atılımları sürerken bir CIA darbesiyle daha sarsıldık..
1984’de Türkiye ağır sanayi hamlelerine Güneydoğu Anadolu Projesini ekledik. PKK ile ödüllendirildik!
SEVR HORTLADI!
100 yıllık Kürt devleti hayali paketlenip Türkiye’nin önüne kondu. Ve SEVR HORTLADI, kabusumuz oldu..
Fulbright burslarıyla yetiştirdikleri liderleri getirip ülkemizin başına koydular…
1991’de başa geçirdikleri Turgut Özal’a kukla bir Kürt devleti için ilk adımları attırdılar.
Çekiç Güç kontrolünde bir Kürdistan devletinin tohumunu attılar..
Irak’ın kuzeyi güvenli bölge ilan edildi ve PKK Çekiç Güç kontrolünde pamuklar içinde yetiştirildi!
Derken Özal, ‘Bir Türk-Kürt Federasyonu’ndan’ bahsediverdi!
Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi….
1995’de Avrupa Birliği ‘Kürt Sorununu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız! ’ diyordu. İçerdeki besleme koro onaylıyordu. Bu ülkenin has vatandaşları Azınlık konumuna oturtuldu…
Aynı anda Türkiye’nin Gümrük Birliği ile eli kolu bağlandı! Yani tüm gelirlerine el kondu, üretimi durduruldu, terörle mücadelede deli gömleğine sokuldu.
1999’da Apo Türkiye’ye verildi. Artık İmralı’dan terörü yönetecekti!
Vatan evladı ölmeye devam etti!
2002 de Türkiye’ye bir sessiz darbe yapılacak, oyunun son perdesi sahnelenecekti.. Küresel elit, Sevr hükümleri karşılığında AKP’ye iktidar koltuğunu verdi!
2004’de Avrupa Birliği Uyum Yasaları önümüze geldi… Bu yasalarla ellerimiz arkadan bağlanıyor, teröriste ise ‘VUR! ’ deniyordu.
Vurmaları için gerekli tüm silahlar, Irak ve Güneydoğuya NATO uçaklarıyla aktı…Ordunun sınır ötesi harekatı sınırlandırıldı. İstihbaratımız ABD ve İsrail istihbaratının içinde eridi ve kayıplarımız, 10 yıl içinde 50 kat arttı.
Eşzamanlı olarak Bölgesel Kalkınma ajansları, ikiz yasalar ve yerel ‘iktidar’ girişimleri teröre zemin hazırladı.
Medya vasıtasıyla zehir enjeksiyonu had safhadaydı. Basın tümüyle işgal altında ve köşe başlarını tutanlar. ‘Sahiplerinin sesi’ olmaya can atmaktaydı!
Üniversiteler şirketleşmeyi tamamlıyorlardı. İşbirliği yapan akademisyenler rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donatıldı.
2007’de Amerikan istihbaratçılarından oluşan bir ekip Ankara’ya yuvalandı.
Gözleri gören, kulakları duyan, burnu koku alan helal süt emmiş vatan evlatları kralın çıplak olduğunu yazıp çizdiler. Ortalığa korku salındı. Konuşmaya başlayanlar dinlendi, terörle mücadelede üstün hizmeti olanlar Silivri’ye davet edildi..(!)
ARTIK ‘YETER’ DİYENLER…
Şimdi geldiğimiz noktada her şey apaçık ortada! Düşman belli..Hem de 100 yıldan beri, hiç değişmedi.
Çokuluslu şirketlerin kontrolünde ABD ve Avrupa Birliğinin elitleri, ve onların denetimindeki mali ve siyasi kurumlar, İMF, Dünya bankası, NATO! Ve tabii içerde onların planlarını yürürlüğe koyan işbirlikçi hükümetler! . Artı Sivil Toplum diye altımızı oyan ajanlar ve onların maşalarının ucunda sallananlar…
Hepsini toplasanız 10 bin kişiyi bulmazlar!
Geride 72 milyon var. İşsiz ve yoksul bırakılmış, dini ve etnik olarak parçalanmış, şehit düşmüş, gazi olmuş, kan kusan, göz pınarları akan 72 milyon..
Psikolojik savaşın her türlüsüyle karşılaşmış, çok hırpalanmış, örselenmiş ama sağduyusunu kaybetmemiş, sabrı defalarca denenmiş bir millet… Sessiz ama derinden, son anda ‘YETER’ diyen…İşte bu nedenle ZALİMler bu milletten korkuyor ve oyun üzerine oyun kuruyor.
Bu millet artık Terörün Washington ve Brüksel’den fışkırdığını biliyor. Batıyla ittifak yapanların, eşbaşkan olanların bu kan kaybını durduramayacağını da!
Eylüldeki referandum halkın bu bilincinin keskin bir göstergesi olacaktır.. Halk gücünün farkına vardığı zaman başka bir dönem başlayacaktır!
Allah tüm şehitlerimize RAHMET eylesin! ! ! Onların kanı yerde kalmayacak!
Banu Avar
Odatv.com
|